3 Haziran 2015

Ladri di biciclette - 1948 (Bicycle Thieves - Bisiklet Hırsızları)

KÜNYE
Yönetmen: Vittorio De Sica 
Senaryo: Cesare Zavattini, Luigi Bartolini
Oyuncular: Lamberto Maggiorani, Enzo Staiola, Lianella Carell 
Ülke: İtalya
Yıl: 1948
Süre: 93 dakika

Puan:    @IMDb


- Ya bisiklet? Bozuldu mu?
- Evet, bozuldu.

Antonio (Maggiorani), uzun süreli işsizlik sonucu belediyede afişleri asacağı bir iş bulmuştur. Ancak bir şart vardır; bisiklet sahibi olması. Sahip olduğu bisiklet rehincidedir, karısı Maria (Carell), evdeki tüm çarşafları rehinciye vererek bisikleti geri almak için gerekli parayı çıkartır. Ancak işteki ilk gününde bisikleti çalınır. Ne yapacağını bilemez haldeki Antonio, oğlu Bruno (Staiola) ile beraber şehirde bisikletlerinin izlerini sürmeye çıkar.

Savaş sonrası yıkık dökük bir şehir, aç, işsiz ve fakir insanlar. Herkes umutsuz, azınlıktaki zengin kesim kimseyi düşünmüyor; parasıyla caka satma derdinde. İşte böyle bir dönemde iş buluyor Antonio, hesaplarına göre artık krallar gibi yaşayacaklar, aile yardımı ve fazla mesailer de cabası. Bu yüzden bisiklet çok önemli, orada çalınan sadece bir araç değil, mutlu olma şansı, umudu, geleceği, ailesinin yüzüne bakabilmek için son şansı. 

Luigi Bartolini'nin romanından uyarlama bu eser, İtalyan Yeni Gerçekçiliği'nin en harika eserlerinden biri. Dış mekan kullanımı, sadece doğal ışıkların olması, duyguların yoğunluğu -ve harika yansıtılışı- gibi unsurlarla belki de en eksiksiz örneği. 

De Sica, yalın bir anlatım kullanmış. Her sahne izleyiciye soruyor "İşte bu oldu, şimdi biz ne düşünmeliyiz?". Kesinlikle taraf tutmamış, olayları olduğu gibi yansıtmayı tercih etmiş. Oyuncuların ilk rolleri olmasına rağmen duyguları yansıtmadaki başarısı da eklenince karakterlerle empati kurmak kolaylaşmış; izleyici daha ilk sahnelerden filmin içine girebiliyor.

Antonio o kadar umutsuz ki, küçümsediği falcılardan dahi medet umuyor. Kilisede ne olup bittiğinin farkına varamıyor. Hatta kendini kaybedip, en büyük destekçisi oğlunu dahi kırıyor. Ancak tek sebebi ailesi. Ailesini daha iyi şartlarda yaşatmak istiyor. Ailesini çarşaflı yataklarda yatırmak istiyor. Tüm umutları elinden alınan bir adam ne yaparsa tam olarak onu yapıyor. Ne yazık ki, bu yolda, en yakınındaki bir kaç kişi haricinde bir yardım alamıyor; polis dahil. Hatta bisikleti konusunda azar dahi işitiyor. 

Tam her şeyden vazgeçtikleri an, hayatlarında ilk defa bir restorana gidiyorlar. Bu harika filmde en güzel sahneyi seçmek çok zor, fakat en unutulmaz iki sahneden biri bu restoran sahnesi; diğeri ise sonu. O restoranda "Ye" diyor Bruno'ya, "hiç düşünme ye". Ancak Bruno yiyemiyor, emin olamıyor paralarından, bir ısırık alıp bırakıyor elindekini. Babasının cesaretlendirmeleri sayesinde ikna oluyor yemeye. Tüm bu sahnedeki çekingenlik, saflık, korku ve açlık o kadar başarılı sunuluyor ki Antonio ve Bruno tarafından, uzun süre unutmak mümkün değil.

Sonu hakkında bir şeyler yazıp konuyu ele vermek istemiyorum, tek söyleyebileceğim, tüm umutları elinden alınmış, yaşam mücadelesinde neredeyse sona ulaşmış bir adam portresi o kadar gerçek işleniyor ki, asla taraf olamıyorsunuz, kimseye kızamıyorsunuz. Ekran başında üzülmek kalıyor sadece.

Doğal oyunculuğu, içe dokunan hikayesi ve tokat gibi sonu ile kolay kolay unutulmayacak bir eser.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder