6 Mayıs 2015

Fahrenheit 451- 1966 (Değişen Dünyanın İnsanları)

KÜNYE 
Yönetmen: François Truffaut 
Senaryo: François Truffaut, Jean-Louis Richard, Ray Bradbury 
Oyuncular: Oskar Werner, Julie Christie,
Cyril Cusack 

Ülke: İngiltere 
Yıl: 1966 
Süre: 112 dakika

Puan:    @IMDb

Pazartesi Miller yakarız, Salı Tolstoy, Çarşamba Walt Whitman, Cuma Faulkner, Cumartesi ve Pazarları Schopenhauer ve Sartre...

Truffaut'un hem renkli olarak, hem de İngilizce olarak ilki olan Fahrenheit 451, Truffaut sinemasına aşina olanlar için bir hayalkırıklığı. 

Bilinmeyen bir gelecekte, bilinmeyen bir ülkede yöneticiler; kitapları, insanları düşünmeye ve bireyselliğe  ittiği gerekçesiyle yasaklamışlardır. Uzun süreden beri toplum bir manipülasyon aracı olarak kullanılan televizyon ile yönlendirilmektedir. Ne yapacaklarını ve ne düşüneceklerini televizyon şovları; ne hissedeceklerini ise aldıkları haplar belirlemektedir. 

Kitap sahibi olmak en büyük suçtur; kitaplar hemen yakılıp yokedilmelidir. Kimselerin hatırlamadığı bir zamandan kalma itfaiyecilerin görevi ise tam olarak budur. Kitap bulunduranları bul, kitaplarını yak. İşte bu itfaiyecilerden birisi; çalışkanlığı ve işine bağlılığıyla yakında terfi alacağı müjdesini alan Guy Montag (Werner). Yaktığı kitaplara bırakın bir göz atmayı, içeriklerini merak dahi etmiyor. Ta ki karısına çok benzeyen -aynı kişi tarafından oynanıyorlar- işinden olmuş Clarisse (Christie) ile tanışana kadar. Clarisse'nin merakı, sorduğu sorular ve diğer insanlarda görmeye alışık olmadığı canlılığı, hem Clarisse'ye hem de Clarisse'nin neden yaktıklarını sorduğu kitaplara karşı merakını uyandıracaktır.
 
Truffaut sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir yönetmen. Fransız Yeni Dalga akımının öncülerinden, harika işlere imza atmış birisi. Ne yazık ki konu Fahrenheit 451 olunca, övgülerde cimrileşiyoruz. 

Ray Bradbury'nin aynı adlı romanından senaryoya uyarlarken pek çok değişikliklere gitmiş Truffaut. Pek çok olay değişmiş, bazı ölümler "kaçınılabilir" olmuş, bazı kişiler ise hiç dahil olmamış; hatta işin merkezine dolaylı yoldan bir aşkı koymuş Truffaut. Hal böyle olunca hem hikaye kısırlaşmış, hem de kitabın anlatmak istediği asıl nokta ıskalanmış. Geriye çok renkli, çok parlak ve kötü oyunculuklu bir film kalmış.

Truffaut ile başrol oyuncusu Werner'in arası bozulmuş bu filmde, öyle ki iş Werner'in filmi sabote etmesine kadar varmış -son haftalarda yönetmenden habersiz saçlarını kestirmiş örneğin. Son iki hafta birbirleriyle hiç konuşmamışlar; bu da kaçınılmaz olarak filmi etkilemiş, öyle ki çoğu sahnede sadece konuşarak var olan bir başrol olmuş Werner. Montag'ın eşi Linda ve komşusu Clarisse'yi canlandıran Christie ise iki rolde de yetersiz, hatta biri daha canlı olmasa -ya da saçları farklı olmasa- tamamen aynı diyebilirsiniz. Truffaut'un -neredeyse- hiç İngilizce bilmemesi filmin genelini kötü etkilemiş, bu yüzden olsa gerek oyunculukların en iyisini çıkaran Yüzbaşı rolündeki Cusack bile vasatı geçememiş. Daha Werner'in bol aksanlı İngilizcesi'ne değinmedik bile. Diyalogların en canlılarının Yüzbaşı ile geçenler olduğunu ve filmin -dolayısıyla kitabın- özünü oluşturan repliklerin hepsinin yine Yüzbaşı'dan gelenler olduğunu belirtelim.

Sinematografi idare eder olsa da, filmin genelindeki canlı ve parlak renkler, kişide bir distopya değil de Disney uyarlaması bir film izliyor havası uyandırıyor. Çoğu sahnede sadece karakterlerimizin olması, şehrin yaşamıyor gibi görünmesi ise filmi bir filmden çok, tiyatro havasına sokmuş. Özellikle en sonda gelen "uçan itfaiyeciler", filmin en büyük hayalkırıklığı belki de. Elbette efektler için paranın yetersizliği büyük bir mazaret, zaten film daha ucuza geldiği için İngiltere'de çekilmiş. Ancak "uçan itfaiyeciler"i yukarıda tutan iplerin bariz biçimde görülüyor olması, kendisinden 10 yıl önce çekilen Forbidden Planet ve onun harika efektlerine hakaret olarak bile kabul edilebilir. Bazı sahnelerdeki montajlar çok ama çok belirgin; ama direkten yukarı çıkan itfaiyecilerin -aslında aşağı kayarkenki hallerinin geriye doğru oynatılmış hali- iyi kotarıldığını da eklemek gerekir. Filmin açılış sahnelerinde de isimlerin yazıyla değil, sesle verilmesi -filmin geçtiği dönemde yazılı basın olmadığı, sadece görsel ve işitsel basının varlığı düşünülünce- çok yerinde ve yaratıcı bir tercih.

Sonunda ise belirsiz bir süre için pasif kalmayı seçen Montag, kitabın anlatmak ve değiştirmek istediği her şeye adeta ihanet ediyor. Bu pasifistliğin Truffaut'un kişiliğinin doğrudan yansıması olmadığını söylemek, abesle iştigal olur.

Başta da dediğim gibi, Truffaut harika bir yönetmen. Mükemmel bir anlatıcı. Ne var ki bu film, büyük ihtimalle en kötü filmi. Hatta Truffaut'tan bağımsız baktığımızda "pek iyi yaşlanmadığını ve iyi bir film olmadığını" söyleyebiliriz.

Not: Bradbury bir itfaiyeciye kağıdın yanma derecesini sorar ve "451 Fahrenheit" (232.7 Santigrat derece) cevabını alır. Bu cevap o kadar hoşuna gider ki doğruluğunu araştırmaz bile; önceleri hikaye olan, sonradan Playboy dergisinde 3 parça olarak yayınlanan ve en sonunda roman haline getirebildiği kitabına isim olarak seçer.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder