29 Mayıs 2015

The Station Agent - 2003 (Hayatın İçinden)

KÜNYE 
Yönetmen: Thomas McCarthy 
Senaryo: Thomas McCarthy 
Oyuncular: Peter Dinklage, Patricia Clarkson, Bobby Cannavale, Michelle Williams 
Ülke: Amerika 
Yıl: 2003 
Süre: 89 dakika 

Puan:    @IMDb

Bir iyilik yapıp şu an bana bakmasan olmaz mı?

Fin (Dinklage), 134 cm boyunda, model tren satan/tamir eden bir dükkanda çalışan, tren hastası bir insandır. Tek dostu olan işvereni ölür, Fin'e miras olarak terkedilmiş bir istasyon bırakır. Dükkan da kapanınca, kimsesi kalmayan Fin, yeni adresine doğru yol alır. Orada, hemen evinin önünde satış yapan ve Fin her ne kadar istemese arkadaşlığını sunan Joe (Cannavale), yalnız yaşayan Olivia (Clarkson) ve kütüphane görevlisi Emily (Williams) ile tanışır. Hepsinin yalnız kalmak için sebepleri olsa da, hatta kimileri bunu tercih etse de, aralarında karşılıklı anlayışa dayalı bir dostluk başlayacaktır.

Fin insanlara hiç yakın olmamış, hayatı boyunca bakışlardan, gülüşmelerden ve yersiz şakalardan çok çekmiş belli ki. Belki de o yüzden en büyük tutkusu kendi olamadığı her şeyi temsil eden devasa trenler. Kocamanlar, gürültülüler, herkesin hayranlıkla karışık korkusuna sahipler ve hiçbir şeyi önemsemeden istedikleri yere gidiyorlar. Fin ise nereye gitse alay konusu olmuş ve bakışlar hep üstünde. Barda masaya çıkıp bağırıyor zaten, iyice bir bakın diye. O an kişi kendine soruyor, acaba ben de yaptım mı? İster istemez incittim mi? Peki ya bilerek?

Fin zeki biri, yüz hatları da hemen dikkatleri çekiyor. Önce Olivia, sonra da Emily ilgilerini belli ediyorlar. Gerçi iki kadının salt hoşlantı dışında gerekçeleri var. Emily etrafında göremediği güven duygusunu ve yokluğunu hissettiği zeki, düşünceli erkeği Fin'de görüyor. Olivia ise kaybettiği oğlunu ve terkettiği kocasını. Fin'i çocuğunu yatırır gibi yatırıp, kocasını öper gibi öpüyor. Zaten Fin'e "Senin sevgilin ya da annen değilim!" diye bağırmasının sebebi Fin'in davranışları değil, kendi hissettikleri.

Joe ise babasının hastalığı yüzünden işle ilgilenmek zorunda kalmış, arkadaş canlısı, hatta zorlayıcı bir tip. Fin'e ilk günden yakın davranıyor, her ne kadar dostane karşılanmasa da. Fin onun için hem bir arkadaş, yoldaş, hem de bir sıçrama tahtası. Bölgede kendince bir dost bulamıyor, Fin ile beraber birbirlerinin kabuklarını kırıyorlar; hiç bilmedikleri yönleri ortaya çıkıyor. Joe susup kitap okuyabilir, Fin ise -artık- dostların verdiği keyfi sürebilir.

Dinklage için ayrı bir paragraf açmak gerek. Belki benzeri şeyleri kendisi de yaşadığından filmde her duygusu gerçek. Özellikle barda geçen bir sahne var ki, belki de en içe dokunan sahne o. Ezilmişlik, elden bir şey gelmemesi nedeniyle oluşan sinir, hissedilen acizlik; filmin oyunculuk olarak tepe noktası diyebiliriz.

Bir sonu yok The Station Agent'in. Yine de beklendiği biçimde -aşk sarmalları, belki- bitmediğini söyleyebiliriz. İzleyicide merak veya heyecan uyandırmıyor; sadece huzur sunuyor. Dingin, sessiz, tren kovalamacalı bir huzur. Elbette komik anlar var, içe dokunan yönler var fakat film bittiği zaman hissedilen tek his bu. Huzur. Sevenlerine ya da benzeri bir yapım arayanlara 2004 yapımı Garden State de aynı keyfi sunacaktır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder