5 Mayıs 2015

Lost in Translation - 2003 (Bir Konuşabilse)

KÜNYE
Yönetmen: Sofia Coppola
Senaryo: Sofia Coppola 
Oyuncular: Bill Murray, Scarlett Johansson 
Ülke: Amerika 
Yıl: 2003
Süre: 101 dakika

Puan:    @IMDB

Herkes keşfedilmek ister.

Sofia Coppola'nın ikinci filmi olan Lost in Translation'da, yalnızlık beklenmedik arkadaşlıklara, arkadaşlıklar ise durgun bir romansa dönüşüyor. Sonu ise bildik; olgunluk, dinginlik ve bir nefes alabilmiş olmanın getirdiği ferahlık.

Bob (Murray), reklam çekimleri için Tokyo'da bulunan, parlak dönemlerini geride bırakmış bir yıldızdır. İş hayatı gibi evlilik hayatı da pek iyi gitmemektedir. Charlotte (Johansson) ise işkolik kocasının peşisıra gelmiştir Tokyo'ya. Buralarda pek mutlu değildir ama bunun hakkında konulabileceği kimsesi yoktur. Bir akşam barda birbirlerine rastlar Bob ve Charlotte. Yalnızlıktan doğan zoraki bir dostluğa başlarlar.

Birbirleriyle hiç alakası yok gibi görünen bu genç kız ve orta yaşlı adamın hayatları paralel ilerliyor aslında. İkisi de bulundukları yerlere yabancılar, biri hayattaki yerini bulmaya çalışırken diğeri artık ne yapacağını düşünüyor. Tokyo'ya geldiğinden beri daha mutsuz Bob, reklam tabelalarında kendini görmek onu deli ediyor. Bezginliğini gözlerinden okumak mümkün -burada Murray'in oyunculuğundaki sadeliğe de dikkat etmek lazım. Charlotte ise kimseyi görememekten muzdarip, bir de üstüne dil bariyerleri var. O, Bob'un rahat ve hazırcevap arkadaşlığında nefesleniyor. Bob ise Charlotte'nin tazeleyici gençliğinde -ve güzelliğinde- bir süredir özlemini çektiği enerjiyi buluyor. 

Birlikte geçirdikleri her an, arkadaşlıkları daha da ileri gidiyor; ancak Coppola burada bir denge kurmayı çok iyi bilmiş. Bir sınırı asla ama asla geçmiyorlar. Bir adım daha, bir adım daha ama o kadar. Bu yönüyle "Fa yeung nin wa" ile benzerlikler söz konusu. İki filmde de karakterlerimiz birbirlerine çizdiği -veya toplumun onlar için çizdiği- çizgiyi aşmıyorlar. Paylaşılan anlar yetiyor.

Rengarenk Tokyo manzaraları arasında can sıkabilecek tek nokta Japonlar'ın biraz fazla karikatürize gösterilmesi denebilir. Onun dışında pek çok yer geziyor karakterlerimiz, biz de çok eğleniyoruz. Filmin bu eğlenceli ve yer yer komik yanları ile karakterlerden gelen melankolisi arasındaki denge için Coppola özel bir tebriği hakediyor. Her şey çok iyi bir dengede; Murray'in müthiş oyunculuğu haricinde.

Johansson, rolünde çok iyi. Henüz hayattaki yerini keşfedememiş, dışlanmış hisseden bir turist. Gençliğiyle tezat oluşturacak derecede sakin ve sıkkın bir karakteri kolayca canlandırmış. Konu Murray'in oyunculuğu olunca bir şeyler söylemek güç. Hiç düşünmeden kendisini oynamış diyebiliriz. Hiç düşünmeden Bob rolünü başkasının oynayamayacağını da söyleyebiliriz (Coppola'nın Bob karakterini özellikle Murray için yazdığını not düşelim). Devamlı sıkkın ifadesi, ifadesiz muzipliği, cana yakınlığı ve Charlotte ile ilişkileri derinleştikçe canlanan karakteri görmeye değer. Zaten iki başrol de "En iyi erkek oyuncu" ve "En iyi kadın oyuncu" dallarında BAFTA ödülü aldılar bu filmle. Film ise 4 dalda Oscar adayı olup -"En iyi erkek oyuncu", "En iyi film", "En iyi yönetmen" ve "En iyi özgün senaryo"- "En iyi özgün senaryo" Oscar'ını aldı.

Son hakkında, Bob'un neler söylediğini merak eden pek çok insan var. Bilsek ne olacaktı? Bu sona erecek bir hikaye değildi, bir değişim hikayesiydi. Bir son cümlesine ihtiyacı yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder