31 Mayıs 2015

Jules et Jim - 1962 (Jules and Jim - Jules ve Jim)

KÜNYE 
Yönetmen: François Truffaut 
Senaryo: François Truffaut, Jean Gruault, Henri-Pierre Roché
Oyuncular: Oskar Werner, Henri Serre, Jeanne Moreau 
Ülke: Fransa 
Yıl: 1962 
Süre: 105 dakika 

Puan:    @IMDb

Herşeye rağmen kız hoşuma gitti. Özgür olmak istiyor. Her an hayatını yeniden kuruyor.

Avusturyalı Jules (Werner) ve Fransız Jim (Serre) Fransa'da tanışmış, hemen dost olmuş, parayı önemsemeyen, yaşamdan ve edebiyattan zevk alan iki arkadaştır. Jim'in kadınlarla arası ne kadar iyiyse, Jules'in o kadar bozuktur. Bir türlü aradığını bulamaz, kimseyi beğenemez. Bir gün Catherine (Moreau) adında biriyle tanışırlar ve ikisi de Catherine'ye karşı bir şeyler hissederler; ancak sırf ilk davrandığı için açılan Jules olur. Catherine de sırf o an canı istiyor diye Jules ile birlikte olur. Evlenirler, araya Dünya Savaşı girer. İki dost, düşman ülkelerde karşı cephelerde savaşırlar. Savaştan sonra Jules ve Catherine, Jim'i evlerine davet eder. Jim duygularının değişmediğini farkeder; Catherine de yine sırf canı öyle istiyor diye, bu sefer Jim ile birlikte olmak ister.

Bu yazı filmin gidişatıyla ilgili bilgiler içermektedir.

Roché'nin başından geçen bir olayı kaleme aldığı bir romandan uyarlama bir film, Jules et Jim. Birbirlerine dedikodulara konu olacak kadar yakın olan iki dostun ne olursa olsun bitmeyen arkadaşlığını, belki de birbirlerine bir türlü açamadıkları aşklarını konu ediyor. Bu iki erkek ile narsist ve borderline kişilik bozukluğundan muzdarip Catherine'nin hikayesi. 

Catherine hayatta tam olarak ne istediğini bilmeyen, acımasız, duygusuz, etrafındakiler hep kendisiyle ilgilensin isteyen, dinlemeyi bilmeyen, hep çok bildiğini düşünen, intihara ve cinayete meyilli, karakteri pek oturmamış bir insan. Jim ise dünyevi zevkleri sonuna kadar yaşayan, ilişkilerinde ne tam beraber olabilen, ne de terkedebilen biri. Jules içlerindeki en oturaklısı, yine de kadınlar konusunda gerici düşüncelere sahip, onların ilişkilerde erkeklerle aynı konumda olabilmesini pek içine sindiremiyor. Kadınlar konusunda pek becerikli değil, o yüzden pek deneyimi de yok. Filmin olayları çok hızlı anlatması, karakterlerde pek sevilecek yan olmaması ve Werner haricindeki oyunculukların en hafif tabirle vasat olması gibi sebeplerle kişi filmde ne olup bittiğiyle pek ilgilenmiyor; karakterlere ne olacağını ise önemsemiyor. Bir de bunlara montaj ve sesteki hatalar (ağzı kapalı olan insanların konuşması gibi) eklenince, izleyici ister istemez filmden soğuyor. Elbette Fransız Yeni Dalgası'nın tabuları yıkan, montajda ve çekimlerde yenilikçi, reformist bir akım olduğunu biliyoruz; fakat ağzı kapalı insanların konuşabilmesi, bariz devamlılık hataları veya sırf olsun da derinlikli sansınlar diyerek eklenen diyaloglar da bu akıma dahil edilebilir mi, o kısım şüpheli.

Truffaut, filmi anlamayı izleyiciye, anlatmayı da yönetmene (kendine) bırakmak yerine bir anlatıcıya başvurma yoluna gitmiş. Kendi filmlerinde kullandığı bir yöntem elbette, pek çok filmde de sıklıkla kullanılıyor. Ancak Jules et Jim'de dış ses o kadar müdahaleci ki, bir yerde filmi çekmeye hiç gerek yokmuş, radyo tiyatrosu olarak da sunabilirmiş gibi hissediyor izleyici. Oyunculuklar zayıf olunca yönetmene hak vermemek de elde değil tabi, sonuçta duygularını yansıtmak konusunda pek bir başarısızlar. Ancak bu suç tamamıyla onlara ait diyemeyiz.

Jim'in karşı çıkmasına rağmen -Jules ile Catherine'nin birbirleri için uygun olmadıklarını düşünüyor ve elbette kendisi de Catherine'ye aşık- Jules ve Catherine evleniyorlar. Birbirleriyle bu kadar uyumsuz iki insanın evlenmesini Truffaut aşk olarak açıklasa da, biz akıp giden -belki de uçup giden demeliyiz- hikayede bu aşkı neyin alevlendirdiğini pek anlayamıyoruz; aynı Jules ve Jim'in nasıl olup da bu kadar iyi arkadaşlar olduğunu anlayamadığımız gibi. Elbette evlilikleri hüsranla sonuçlanıyor, aslında daha başlamadan Catherine Jules'i adatmaya başlıyor. Jules'in nedeni hakkında bir fikri yok; sonradan öğrendiğimize göre ailesi Catherine'ye kötü davranmış ve Jules de sessiz kalmış. Catherine'nin kitabında bunun cezası düğünden hemen önce aldatılmak. Sonraları görüyoruz ki, aslında Catherine'nin rahatsız olduğu herhangi bir şeyin -aldatmak, gecikmek, her dakika onunla ilgilenmemek, ona kendini kötü hissettirmek, nefes almak, yürümek vb.- karşılığı hemen aldatılmak. Bu şekilde durum berabere oluyormuş ve ilişkiye sıfırdan başlayabiliyorlarmış.

Bu noktada izleyici de okuyucu da merak ediyordur elbette, "Peki bu adam (Jules) o sırada ne yapıyor?". Karısını çok sevdiği için katlanıyor, karısıyla ayrı odalarda kalsalar da, karısı kendisini ve kızlarını terketse ve aylarca gelmese de o mutlu. Sadece karısını görebildiği için. Elbette biz bu "büyük aşka" bir türlü tanık olamadığımızdan -hikayenin uçması sebebiyle, Jules'in sözlerine inanmak zorundayız. Jules'in gizli eşcinselliği de aklımızın bir köşesinde hala.

Jim geldikten sonra işler daha da garipleşiyor. Albert adında bir arkadaşları, ki kendisi de Catherine'ye aşık ve Catherine kocasını arada sırada onunla da aldatıyor, Jim, Jules ve Catherine tüm vakitlerini birlikte geçiriyorlar. Öğreniyoruz ki Albert, Jules'e karısıyla evlenmek istediğini ama gözünün arkada kalmamasını çünkü kızlarını da kabul edeceğini söylemiş. Buna kontra olarak da Jules, Jim'e karısıyla evlenmesini ama kendilerini görmesine izin vermesini de söylüyor. Jim kabul ediyor ve üçü birlikte yaşamaya başlıyorlar -gizli eşcinsellik teması aklımızın bir yerinde sağlam yer ediniyor. Tekrar, bu erkeklerin bu şekilde yaşamayı neden kabul ettiklerine dair bir fikrimiz hala yok. Hepsi aşk olduğunu söylüyor ve biz de inanmak durumunda kalıyoruz. Aksini düşünmek için sebebimiz yok.

Bundan sonrasında ise Catherine'nin bitmek bilmeyen depresyonları, Jim ile küsmeleri, Jim'in gitmesi, Jim'i Catherine üzülüyor diye Jules'in geri çağırması, Jim'in gelmesi, tekrar ayrılmaları ve tekrar ve tekrar ve tekrar şeklinde geçiyor. Bu noktada izleyici, "Artık bitse ya?" diye düşünüyor. Öyle ya, seviyorsan sev, istemiyorsan söyle, gidiyorsan gelme, geldiysen gitme. Ama hayır, memnuniyetsiz Catherine için asla yeterli değiller -tüm erkekler burada kastedilen- ve tam olarak bir karaktere sahip olmayan Jim ise Catherine ne isterse yapmaya hazır. Jules ise o arada Catherine memnun olsun diye Jim ile arasını yapmakla meşgul.

Okuyucu düşünecektir ki, "Bu ilişkiyi kabul edememiş bu yazıyı yazan. Olanları sindirememiş. Belki de gerçek dışı bulmuş." hakkı vardır böyle düşünmeye fakat düşündükleri doğru değildir. Hikayenin akışı, karakterlerin sebeplerinin yüzeysel oluşu ve istisnasız tüm karakterlerin itici oluşu izleyiciyi filmden uzaklaştıran etkenler. Hal böyle olunca, ancak ve ancak "Kimle istiyorsan onunla ol ama lütfen birinde karar kıl artık" hissi oluşturuyor film. Zaten hikayeyi gerçek dışı bulmak gibi bir durum söz konusu da değil, başta da dediğimiz gibi gerçek olaylara dayanan bir hikaye var elimizde. 

Film, en sonunda, çözüme ulaştığında Jules de izleyici de derin bir nefes alıyor. Jules'in rahatlaması hem hayatını karartan bir kadından, hem de gizliden gizliye aşık olduğu arkadaşının ortadan kalkmasından. Böylece eşcinsel olduğu için kendini kötü hissetmeyecektir artık.

Jules et Jim, elbette, farklı kişilere farklı şeyler hissettirecektir. Belki çoğu kişi filmdeki aşk üçgeninden -dörtgen, beşgen, altıgen ya da daha fazlası aslında- rahatsız olacaktır. Yine de hoşuna giden bir yan yok muydu sorusu sorulursa eğer, bazı anları fotoğraf karesi olarak vermesi yönetmenin, kareler de güzel olunca, güzeldi.

Meraklısı için not: filmin bir de Willie & Phil adında yeniden çevrimi mevcut.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder